20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya koyduğu eserleriyle İngiliz edebiyatına başkalık getiren, sınıfsal duruşun altında yatan aşağılayıcı bakışı romanlarının merkezine koyan, bunu bir tür ters açı yaratarak empatiyle sonuçlandırmayı düşünen, romantizmi de metinlerinin sac ayaklarından biri gibi gören E.M. Forster (Edward Morgan Forster), gelenekle modernizmin çatışmasının zirvede olduğu bir dönemde yaşamış ve yazmıştır. Eserlerinde, modernizmin krizini ve ikiyüzlülüğünü hissedilir kılmış, orta sınıftan bir ailenin çocuğu olduğu için, -üst sınıfla altsınıf arasında yer aldığından- nesnel bakış avantajını kullanmış, sınıfsal gözlemlerini doğru bir perspektiften yansıtabilmiş büyük bir edebiyatçıdır Forster. Mükemmel kurgulanmış entrikalar içinde gezinirken, her sınıftan her karaktere benzer bir mesafeden bakmayı da düstur edinmiş, ayrıntıları es geçmeyen ve bu ayrıntılardan devasa bir resim çıkarmayı başaran tarzıyla öncü özelliklere de sahip bir isim olmuştur.
Frederick C. Crews, Hümanizmin Tehlikeleri’nde E.M. Forster'ın romanlarını En Uzun Yolculuk, Meleklerin Uğramadığı Yer, Manzaralı Oda. Howards End ve Hindistan'a Bir Geçit - on dokuzuncu yüzyıl liberalizmi ve hümanizmi çerçevesinde analiz ediyor. Forster'ın ailesinin, eğitim geçmişinin, dini/politik mirasının ve “Bloomsbury Grubu” ile olan ilişkisinin izini süren Crews, yazarın “hümanizmin tehlikeleri”ni kabul etmesiyle artan melankolisini gözler önüne seriyor. Romancılığının yazarı, cinsel eşitlik, kendini ifade etme, sosyal sorumluluk gibi moda sloganlardan uzaklaştırdığını söylüyor; mizaç ve şefkatiyle insanlık durumuna ironiyle bakan devasa yazarlar arasına yerleştiriyor Forster’ı.
“Forster’ın bir hümanist, kendi inancını bu dünyada sınayan ve bireysel insani düsturları her şeyin ölçütü diye tayin eden bir adam olarak sahiplendiği o bütünlüklü konumunu düşünüyorum ben. Teorik bakımdan Forster, kariyeri boyunca bu konuma sadık kalır, fakat bir roman sanatçısı olarak kendini gitgide bu konumun negatif tarafına çekilmiş bulur. Forster’ın sanatsal gelişiminin, hümanizmin yapısında var olan ironileri ve düş kırıklıklarını aşamalı biçimde benimsemesiyle koşut gittiği şeklindeki çıkarsamayla durmadan karşı karşıya geleceğiz. Hümanizmin tehlikelerini kabullenme, Forster’ın romanlarında var olan anlamın başlıca mihenktaşı haline gelir ve nihayetinde baskın bir tema olarak gün yüzüne çıkar aslında. İlgilendiğimiz gerçek mesele bu fenomendir ve çeşitli açılardan göz gezdireceğiz ona. Gelgelelim ilkin, Forster’ın hümanizmini eksiksiz biçimde tanımlamalı ve tarihsel kaynaklarını tespit etmeliyiz.”