Fabrikaya geldiğimde, önceden planlandığı gibi herkes yemekhanede toplanmış vaziyetteydi. Sürecin beklentilerin çok ötesine taştığını, mevcut koşullarla bunu sürdürmenin imkânsız olduğunu, aramızdan önemli sayıda arkadaşla yollarımızı ayırmamız gerektiğini, aksi hâlde tüm çalışanların işinden olma olasılığı bulunduğunu anlattım. Böyle durumlarda her ne kadar aramızda inanılmaz bir sevgi saygı ilişkisi olsa bile işini kaybeden, ertesi gün evine yiyecek götüremeyecek insanların psikolojisi farklı olabiliyordu. Herhangi bir tepki alsam bile kesinlikle kabulleneceğim yönünde kendime yaptığım telkinlerin ötesinde, konuşurken hiç olmadığı kadar zorlandığımı, kelimelerin boğazıma düğümlendiğini hissetmeye başlamıştım.
Çok kısa süren bu açıklamanın hemen akabinde kendi aralarında kısa bir fısıldaşma sonrası, “Sizi üst kata alalım, biz kendi içimizde bir değerlendirme yapalım,” önerisi ile karşılaştım.
Tahminen on beş dakika sonrasında görüşme talebi geldiğinde “hadi hayırlısı, bakalım ne olacak” düşüncesiyle toplantı odasına geri geldim. Açıklama netti:
“Bu ortamda kimsenin işsiz kalmasına müsaade edemeyiz. Bu bizim dayanışma ruhumuza ters. Bu arada sizin anlattığınız şirket gerçekleri de ortada. Size olan güvenimizle birlikte işlerin yoğunluğuna bağlı gerekirse dönüşümlü, yarı zamanlı çalışırız, yarı ücret alırız ama hiç olmazsa herkesin evine bir ekmek girer,” dediklerinde, benim için konuşma zamanı olmadığını, allak bullak olan ruh hâlimi bir an önce düzeltmem gerektiğini düşünmeye başlamıştım.