Öyküler
Zihin, yaşanılanları gerek kaleminden dökülen sözcüklerle, gerekse hançeresinden çıkan seslerle ya da sözcüklerle anlatıma dökme kıvranışı içindedir. Bu gereksinme aynı zamanda “Homo Erectus”un dış çevrede karşılaştıklarını anlamlandırma çabasıdır. Ayağa kalkan ilk insanın yeryüzünde karşılaştığı olgular, biçimler, birer anlama kavuşmadan kavramlar edinilemeyeceğinden belleğe atılacak bir bilgi birikimi sağlanamayacaktır. Ama insan, varlık olarak, bir yeryüzü yaratığı olarak bu kürede karşılaştığı canlılığı kucaklamak niyetindedir. Bu istek, kimi zaman aşırı bir tutkuya dönüşerek, yeryüzü canlı ya da cansız tüm kaynaklarının edinilmesi; dahası bir mutlu azınlığın daha da varsıllaşması için saldırganca yok edilmesi tutkusuna dönüşebiliyor. İşte o koşullar, kaba güç kullanma tutkusu baskın çıktığında, savaşların gittikçe yerküreyi çepeçevre kuşattığını izleriz hep.
Ziya Gürel, aynı yerkürenin bellek kaydına eğilirken sanat dillerinin her birindeki olanakları bir bilinç oluşturmak amacıyla bu kez sözcükleri kullanarak öyküler anlatmaya girişiyor. Bu tahkiye girişiminde, yazarın, ne yaptığı; ne de yapamadığı resim ve yontudan söz açtığına tanık olacak; öyküleri okudukça, “toplum mimarı”, adı verilen uzmanlar elinde insanlığın nasıl yönlendirildiğini göreceksiniz.
Yapay gerçekliğin yaygınlaştığı; imge yönetimiyle hangi gerçekliği yaşamayı kestiremeyip, olmadık olguların peşine takıldığımız bir zaman kesitinin ortasında kalakaldık. Elinizdeki anlatılarda uzunca bir yakın geçmiş ele alınıyor.