29 Mayıs 1453
Güneşin doğmasına tam iki saat var...
Ufukta çok zayıf bir ışık ya belirdi, ya belirecek...
Bütün tabiat susmuş.
Genç Türk Hükümdarı Sultan Mehmed, otağın kapısına geldi. Dimdik dikildi, Bizans surlarını seyretti. Sonra, yanında bulunan Halil Paşa’ya döndü;
Her şey hazır mı Lala?.. Diye sordu.
Halil Paşa eğildi:
Emriniz şahaneniz bütünü ile yerine getrilmiştir. Hünkarım...
Hükümdar Zaganos Paşaya döndü, eliyle Bizansı işaret etti ve:
O halde işaret ver Zaganos...
Zaganos Paşa yıldırım gibi otağdan dışarıya fırladı.
Büyük topun, gecenin sükutunu yırtan müthiş sesi duyuldu ve derhal bunu kırk elli top sesi takip etti.
Otağın kapısı önünde Padişahın sancağı çekildi. Ve o sırada başlayan bir rüzgar, bu muhteşem ve mukaddes sancağı dalgalandırdı.
Yine bu top sesleri ile beraber zil, nefir, nakkare sür, trampet ve davul sesleri ile birbirine karıştı. Tarifi imkansız bir ses.
Bu sesler ile beraber belki yüz bin, yüz elli bin insanın gırtlağından bir anda ilahi bir uğultu, yeri göğü inletti:
Allahu Ekber, Allahu Ekber, Lailahe İllallah, Vallahu Ekber... Allahu Ekber Lillahilhamd...
Tekbir sesleri, bu ilahi sesler göklere ulaşıyor, yüz binlerce insanın bu bir ağızdan, aynı makam ve ahenkle çıkan sesleri kalplere hudutsuz bir iman ve kuvvet telkin ediyor.
Hücum emri verilmişti.
Tarihin en muhteşem hadisesi başlamıştı...
Bir devri, orta zamanları kapayıp, yeni bir devri, yeni zamanları açacak olan, cihan mücadelesi başlıyordu.
Yirmi dokuz kere muhalif milletler tarafından muhasara edilen bin yıllık bir ömre, bir maziye malik olan Doğu Roma İmparatorluğunun merkezi, şehirler kraliçesi Bizansın kaderi taayyün edecektir.
Tarihi an gelmişti...
Dünya Türk azminin, Türk iradesinin, kahramanlığının bir şaheserini daha görecekti.
29 Mayıs 1453 Salı sabahı, güneşin doğmasına iki saat evvel İstanbul’un Fethi ile neticelenecek olan müthiş boğuşma başlamıştı.