Sabah uyandığımızda, o gün bir yenilik beklemeden, sırf aynı günlerden birisini daha yaşayacağımız için mutlu olsaydık... Tanımadığımız kalabalıklara hayatımızı adamaktan vazgeçip, sadece küçük ailemizle, çocukluk veya asker arkadaşlarımızla yetinseydik... Kavgamızın en tatlı yerinde, "Haydi, örgütlü mücadeleye" diye tıslayan adamı taşla kovalayıp, Allah’ın yaramaz çocukları olarak yaşasaydık... Kimi seversek sevelim, bekaretin bir parçasını mutlaka saklamak yerine, onu tamamen tek kişiye hediye edip, kadere razı olabilseydik... Başka bir cennet daha yaratılır mıydı? "Yarım Bekaret", 70’li yıllardan günümüze ilerleyen bir hikaye. Karakterler büyüyor, yaşlanıyor. Karakterlerin geçirdiği değişim bir ülkenin değişimine ayna tutuyor. Dört kişilik bir ailenin ilginç öyküsü ülke gerçekliğini irdeliyor. Fethetmek için değil, fethedilmek için yaşanan kıyasıya mücadeleyle yeni dünya kendini gösteriyor. Yeni dünyadaki yeni ülkede hayali bir gerilla, bir fatih, halk uğruna o son parça bekareti saklayan kadınlar veya erkekler, hayatı haram ediyor. Romanda ayrıca, tedricen değil, ani bir sıçramayla değişen çağın yarattığı gürültülü boşluk anlatılıyor. Küreselleşme ve elektronik cinlerin ele geçirdiği insanlar, sınırsız iletişim imkanlarına rağmen teker teker hayalet oluyor. Topluca kahkaha atarken, şarkı söylerken, kavga ederken, sadece kendi seslerini duyabildiklerinden habersizler. Melankolik bir mizahla yazılmış "Yarım Bekaret" bu külliyen kayboluşta, yitip gidenler kadar, varolmayı bilenlerin de romanı.