Görünen o ki, bu düşünce ve duygu karmaşası, savaşmak için okyanusu aşıp buraya getirildiğim halde savaşmaya hiç niyetim olmadığı için bilincimle dış dünya arasındaki dengenin bozulmasının bir sonucuydu. Çünkü piyadeler doğaya sadece ihtiyaçları açısından bakmalıdır. Arazideki küçücük bir tümsek bile bir piyade için kendisini kurşunlardan koruyabileceği bir sığınağı ifade eder; güzel ve yeşil bir alan ise bir piyadenin gözüne sadece hızlıca geçmek zorunda olduğu, tehlikeli bir mesafe olarak görünür. Yapılan bir operasyonun ihtiyaçları doğrultusunda, oradan oraya sürüklenen bir piyadenin bakış açısından, doğanın çeşitli yönleri özünde anlamsızdır. Ve bu anlamsızlık, piyadenin varlığının dayanağı ve cesaretinin kaynağıdır.
Eğer korkaklık veya içe bakış yüzünden bu anlamsızlığın bütünlüğü parçalanırsa, o çatlaktan ortaya çıkan şey, yaşayan insanlar için daha da anlamsız bir şeydir; ölümün önsezisidir.
Er Tamura, II. Dünya Savaşı’nda Filipinler’e bağlı Leyte Adası’nda Japon ordusu adına savaşan bir askerdir. Hastalığı sebebiyle kendi bölüğünden sahra hastanesine gönderilir fakat yanında erzakı olmadığı için hastaneden kovulur. Diğer bölükler tarafından da kabul edilmeyen Tamura, adanın labirentvari ormanlarında amaçsızca dolanmaya ve günden güne akıl sağlığını kaybetmeye başlar. Kendi geçmişinin ve belleğinin dehlizlerine doğru bir yolculuğa çıkan kahramanımız aynı zamanda doğaya, savaşın yıkıcılığına ve açlığa karşı amansız bir varoluş mücadelesine girişir.
Sadece Japon edebiyatının değil savaş edebiyatının da klasiklerinden biri olan Şohei Ooka’nın başyapıtı Anız Ateşleri’ni Nilay Çalşimşek Japonca aslından çevirdi.
“Şohei Ooka, benim için Nobel Ödülü’ne giden yolu açan Japon yazarlardan biridir.”