Saadete Ermişlerin Bahçesi
Hz. Hüseyin, bir güzellik abidesi.
Susuzluğun bitmeyen yanıklığı.
Ve onun Kerbela’da güç, iktidar kalkanına saklanmış din adına şehit edilişi. Ehlibeyt’in çektiği sıkıntılar.
Acının bir imge olarak asırdan asıra yayılışı.
Ruhları yakıp kavuran sapsarı bir hüzün.
Şiir oluşu kalbine ay batmış bir can emanetinin.
Efsane, menkıbe, anlatı, musiki ve hasretin hiç susmamasına dile gelişi.
Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehitlerinin ardından söylenen mersiyeler, onların faziletlerini, ölümlerinden duyulan üzüntüyü ve arkalarından tutulan yasın niteliğini gözler önüne serer.
Türkçenin yanık oğlu Fuzuli…
Onun gazelleri kadar içli bir başyapıtı.
Hadîkatü’s-Süedâ!
Onun derde ve ızdıraba yüklediği mananın tarihî, dinî, siyasi, içtimai, ahlâki ve felsefi boyutlarını anlamamıza yardımcı olan kaynak ve ölümsüz bir eseri.
Belanın adeta arkeolojisi.
Ontolojik bir iç çekiş.
Izdırabın insanda, mekânda ve zamanda derinlemesine
dönüşüm gerçekleştirme gücü.
Derin acıları derin sevgiyle bir yaşayan hiç kimse bir daha aynı insan olamayacağı gibi derin acıların yaşandığı zaman ve mekân da sıradan bir an ve mekân olamaz.
Çöl acıyla donanıp Kerbelâ, sıradan bir gün yasla dolup Aşura Günü olur.
Yazarın dediği gibi adeta ‘gün asra bedel olmuştur’
Kültür ve inanç bazen büyük acılarla yoğrulur.
Kalbi kalbe yaklaştırır.
Kerbela bizi anlatır. Sevgi dolu bir yitirişi…