Elinizdeki bu kitapta, 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti’nde başlayan yenileşme sahasındaki gelişmelerden, dil ve edebiyata dair değişim hareketlerinin yanı sıra, İstiklâl Savaşı esnasında gizli teşkilâtların düşmana karşı verdiği mücâdele ile Batı tarzı açılan mekteplere karşı halkın gösterdiği olumsuz tavırlar ele alınmıştır. Dünya Savaşı öncesinde dünyaya gelen Sait Faik’in, yabancı dille eğitim yapan “Rehber-i Terakkî” adlı mektebe verilmesini çevresindekiler yadırgamış, o eğitim kurumuna gâvur mektebi adını vermiştir. Böyle modern bir mektepte yetişen Sait Faik’in geleceği konusu, anne ve babası arasında münakaşa nedeni olmuştur. Annesi oğlunu diplomat yapmayı düşünürken, babası onu tüccar yapmak niyetindedir. Ama, o, hiçbirini istemez. Edebiyat fakültesine girer, Uygurca dersi zor geldiği için terk eder. Sonra Fransa’ya okumaya gider, orada da sanat ve eğlence hayatını tercih ettiği için, diplomasız olarak ülkeye geri döner. Hikâyecimiz, toplumda adaleti sağlama peşine düşer. Kantarı hileli olan tüccarlar, kumarda hile yapan kumarbazlar, patrondan tazminat koparmak için kolunu yarma makinesine kaptıran art niyetli işçiler ve kadınlara karşı kötü muamelede bulunan erkek zihniyeti ile mücadele, onun hedefi olmuştur. Sait Faik’in en yakın dostları, toplumun alt tabakasından olan insanlardır. Dost edindiği bu kişiler, onun, gerçek kimliğini, ancak, ölümünden sonra öğrenirler. Çelme adlı hikayesi ile Kestaneci Dostum hikayesinden dolayı mahkemelere düşer. Medâr-ı Maişet Motoru adlı romanında komünizm propagandası yaptığı düşüncesiyle eseri toplatılır ve nezarete alınır. Bu yüzünden morali bozulan hikayecimiz, tam sekiz yıl eser üretemez. Hakkında yapılan değerlendirmelerde, kendisinin, Yunus Emre gibi çağını aşan büyük bir yazar ve en iyi hikâyecimiz olmakla beraber, üstünden başından yalnızlık akan bir dertli olduğu yolundadır.