Dünyada yaşamış ve yaşamakta olan her canlının bir tarihi olduğu gibi her insan topluluğunun da yaşam mücadelelerinden oluşan bir tarihinin olması muhakkaktır. Muayyen bir kişi için anıları nasıl bir manevi değere sahip ise bir millet için de o milletin tarihten beri verdiği yaşam mücadelesi ve bu mücadele esnasında sahip oldukları değerler ve milli kültürü de aynı değere sahiptir. Bir milletin hafızasından bazı geçmişler silinebilir, fakat milletlerin hayat mesafeleri ve manevi dünyasına damgasını vuran hatıralar ise kolay kolay silinmez. Hafızalardan silinmeyen hatıralar ile bu hatıraların içinde yatan tefekkür ve manayı unutmak ise bir felaketin başlangıcıdır. Burada vahim olanı bir milletin geçmişini tamamıyla unutması ve geçmişini bilme zaruriyetini hissetmemesidir.
Tarihin cömert kaynağından beslenmeyi bilmeyen veya reddeden milletler yine tarihin tehlikeli rüzgarları önünde savrulup gitmekten kurtulamazlar. Dahası geçmişte olduğu gibi zamanın baskın dış güçlerinin müdahaleleriyle esastan değiştirilmiş tarihi kendi gerçek tarihleri olarak tanımak zorunda kalırlar. Bu uydurulmuş tarihler onların yüzyıllardan miras aldıkları manevi gücü tamamen ortadan kaldırmakla birlikte zamanla onları mevcudiyetlerini sorgulama noktasına getirir.