Köklü bir edebî geçmişe sahip olan Araplar’ın dile karşı duydukları sevgi ve ilgi, belâgatın zirvesi olan Kur’ân-ı Kerim’in gönderilmesiyle perçinlenmiş ve zamanla din ilimlerinden ayrı olarak lugat, sarf, nahiv, meânî, beyan ve bedî‘ gibi her biri dili farklı bir açıdan inceleyen ilim dalları oluşmuştur. Bu ilimler içinde nahiv ilminin müstesna bir yeri vardır. Çünkü nasıl ki mantık, düşüncenin grameri ise nahiv de dilin mantığıdır. Gerek fıkıhçılar gerekse kelâmcılar kendi disiplinlerini oluşturmak, geliştirmek ve savunmak için nahiv ilmine önem vermişler ve yorum teorilerini nahiv kuralları üzerine inşa etmişlerdir.
Mezheplerin teşekkül sürecini tamamlaması sonucunda ortaya çıkan ve temel amacı mezhep içi tutarlılığı sağlamak olan fıkıh usulü eserlerinde usul âlimleri, Kur’an ve sünnet naslarını, mezhepleriyle çatışmayacak bir tarzda yorumlayabilmek için eserlerinin hayli hacimli sayılabilecek bir bölümünü dil kurallarına ayırmışlar ve dil kuralları çerçevesinde mezhep kaideleriyle bütünleşik bir yorum teorisi inşa etmişlerdir.