En bağımsız, en feminist kadınlar bile erkeklerin fethedici bakışlarını üzerlerinde görmeyi sevdiklerini, kendilerini partnerlerinin kollarına bırakmayı arzuladıklarını veya günlük ev işlerini güya daha tatmin edici başka faaliyetlere tercih ettiklerini büyük bir şaşkınlıkla fark ederler. Peki, bu arzular ve tercihler bağımsızlıklarıyla çelişir mi? Kendilerinden önce gelen, asırların feminist hareketine bir ihanet midir bu durum? “İlk adımı” erkeklerin atmasını bekleyip yine de cinsiyet eşitliği talep edebilir miyiz?
Manon Garcia, İtaat Etme: Kadınlık Üzerine Bir İnceleme kitabında, kadınların erkeklere teslimiyet hâlini inceliyor. Kadınların deneyimlerini biçimlendiren cinsiyetler hiyerarşisinin yapılanmasını ezber bozan bir tarzla irdeliyor. Yaşadığımız “kadınsı kafa karışıklıklarını” felsefeyle ve bilhassa Simone de Beauvoir’ın felsefesiyle ele alıyor.
“… Kadın olmak, belirli bir ekonomik, toplumsal ve siyasi durumda bulunmaktır. Bu durum, kadınların ona göre davranması gereken ve ona göre yargılandığı bir dizi kuralı ifade eder. Kadın olmak, ‘gerçek’ bir kadın olmak, bu normlara uymayı gerektirir. Tıpkı bir aletin işlevini yerine getirmediğinde doğasının sorgulanması gibi, kendi davranışı ile toplumsal olarak kendisine dayatılan davranış arasında mesafe varsa kadının da kadınlığı sorgulanır. Peki o hâlde, toplumda kadına dayatılan davranış nedir? Teslimiyet.”