“Ben değilim Hak söyletir dilimi”
Ruhsatî
Çok geniş bir coğrafyada yüzyıllardır varlık gösteren, devlet kuran Türkler gerek siyasi arenada gerekse bilim, sanat ve edebiyat arenasında varlık göstermişlerdir. Orta Asya'da bozkır kültürünün bir verimi olarak karşımıza çıkan ozanlık geleneği, Anadolu'da yerleşik hayatın oluşturduğu şartlarda gelişmiş; zamana, zemine ve ihtiyaca göre şekil almıştır. Türk sosyokültürel yapısı içinde oluşan ve zamanla değişen ve dönüşen ozanlık/âşıklık geleneği, toplumun her kademesinde iltifat bulmuştur.
Ozanlık geleneği, yeni fiziki ve kültür coğrafyasında âşık adını alarak yeni konular, yeni formlar ve farklı icra mekânları ile yüzyıllara damga vurarak hayatına devam etmiştir. İsimlerine ulaşabildiğimiz sözün ilk ustaları olan Çuçu, Aprınçur Tigin, Kül Tarkan, ozanların piri olan Dede Korkut, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Âşık Ömer, Âşık Şenlik, Kağızmanlı Hıfzî, Ayaşlı Ahmet Fahrî; yüzyılımızda da sazıyla sözüyle Âşık Veysel, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Âşık Reyhani, Mahzunî Şerif ve daha niceleri, sazın ve sözün gücünü, halkın tefekkürünü, idrakini, bedii ve estetik zevkini şiirleri ile yansıtmıştır. Onlar, sazın ve sözün bayrağını şerefle taşımış ve günümüz halk şairlerine devretmişlerdir.
Saz ve söz ustalarının şiirlerinde zaman gelmiş, söz; hasreti, sonra vuslatı anlatmış, zaman gelmiş, mülkün sultanına olan muhabbet ve hasret dökülmüş mısralardan, zaman gelmiş haksızlıklara tahammül edemeyip adaletin keskin kılıcı olmuş, zaman gelmiş canını verip toprağını vermeyen şehide yakılan ağıt olmuştur. Kültürel belleğin taşıyıcıları olan halk şairlerimiz, ozandan günümüze kadar, sözü mahir söylemenin mesaj vermedeki gücünü ortaya koymuşlardır.