Dağı dağ olduğu için seviyordum. Biz daha gölgedeyken güneşin aydınlattığı
muhteşem ve sakin yüzeyini seviyordum. Masmavi yansıyan buzları sırtladığı
kuvvetli omuzlarını, meraların ağaçlar ve döküntü kayalarla nöbetleşe yer
değiştirdiği yamaçlarını, devasa bir ağacın köklerini andıran ve her biri, derecikleri,
şelaleleri, gölleri ve çayırları ile vadilere ayrılmış yayvan güçlü kollarını, kayalık
üzerinde büyüyen sarı veya yeşil yosundan otların arasında parlayan taşa kadar,
dağın her şeyini seviyordum.”
Daha önce kimse böyle anlatmadı Dağ’ı. Sadece bir hikâye anlatmıyor ve sadece
ilahi bir mimariyi gözlerimizin önüne sermiyor, çağların ve bin yılların ötesinde,
dünyanın başlangıcından bu yana toprağın, kayaların, çığların ve buzulların
altından zirvelere doğru yankılanarak yükselen güçlü ışığını, o büyülü sesini geri
veriyor. Fransa’nın Anarşist Coğrafyacısı Élisée Reclus bu eşsiz müziği duymamızı,
bu muazzam büyüklüğü görmemizi, özgürlüğün çağrısı olan Dağ’ın bu ölümsüz
ruhuyla yeniden birleşmemizi istiyor.
Bambaşka bir gözle bakacaksınız Dağ’a; her zamankinden farklı görecek,
işitecek, onu şimdiye dek hiç olmadığı kadar coşkulu ve derinden hissedeceksiniz.