“Gerçekten yaşamışsın. Gülmüş, eğlenmiş, acı çekmiş, başarısız olmuş, terfi almış, sevişmiş, terk edilmiş, aldatmış, güzel yemekler yemiş, içmiş, ağlamış, havalara uçmuş... Evlenmiş, boşanmış, kitaplar yazmış, kaybetmiş, kazanmış, süslenmiş, kirlenmiş, kırılmış, affetmiş, uykusuz kalmış, sarhoş olmuş... Hepsi gerçek hepsi yaşanmış. Gücümüzü tam da bu ‘gerçek’ten alıyoruz. Hiçbir kuvvet bunu değiştirmiyor. Ölüm bile.”
Bu roman, görmek ve görülmek üzerine…
Zeynep başkalarını ve kendisini yazının aynasında görmek için romanlar yazıyor. Yaptığı portakal reçellerinin kokusu onu anne şefkatinin bahçesine, kaygısız günlerine götürüyor.
Kıyısına yanaştığı her erkekte bir baba ve her aşkta ölüme galebe çalan bir yan var.
Alp annesinin, çocukluğun sisli yurdunda kaybettiği bakışlarını bir kadında arıyor, bütün çabası görülmek... İlk görüşte âşık olduğu Zeynep onu annesine götürecek, varoluşun ilk kaynağına. Aşk en çok da görmek ve görülmek değil midir zaten?
Filiz Aygündüz üçüncü romanında modern hayatın “aşksız ilişkiler”i içerisinde birbirine tutunan iki insanın öyküsünü anlatıyor.