Kimsenin kimseye dokunmadığı zamanlardı, hava gri bir kurşun gibi ağırdı. Kayboluşun kıyılarında yaşamayı seçiyorduk bilmeden, hep bir sonbahar sonuydu içimiz. Sonra bir gün batımı çöktü akşama, sonra gri bir gece... Altı çizilmiş bir sözcük gibiydik bir deniz kıyısında kumlara yazılan... Bu çöküş yaşlı bir çınar ağacının çöküşü gibi ihtişamlı bir çöküş değil inan bana, çünkü insan hep kendinden uzaklarda yaşar, yaşından büyük, bakışlarından yorgun... Eller bir tabuta uzanıyorlar, ağlar mıyım, azalır mıyım bilmiyorum. En derin anlamına ulaştı gözlerim...
Umutsuzca kendilerini yaşamda arayanlar, yine cam kırıklarıyla kazımaktalar içlerini. Tam yitirmişken kendini kendinde bulanlar ise yine yitirircesine cam kırıklarının üzerinde yürümekteler. Zira bir hiçliğe doğru gidiyor gökyüzündeki bulutlar. Her şey bitti. Öyle kusursuz gittin ki, gidişin gözlerimdeki harabelerin resmini çekti. Zira bir hiçliğe doğru yağıyordu yağmurlar ve bir yazarı kâğıtlara dökülen sözcükler değil içine dökülen sözcükler yaralar...