Zaman geçtikçe 'Davetsiz Misafir' benim için bir televizyon programı olmaktan çıktı. Gittiğim her il, çektiğim her bölüm, sıktığım her el, tattığım her aş değiştirdi beni… İşini en iyi şekilde yapmaya çalışan bir program sunucusu, sahibinden; Türkiye'min dört bir tarafında anaların, ağaların, bacıların sofralarına konuk olan 'Davetsiz Misafir'e dönüştüm. Ustalar ile etleri keserken, çıraklarla türküler söyleyip ocakların başında saatlerce kuzuların pişmesini beklerken, Anadolu kadının hamurlu ellerine suyu dökerken; anladım ki bu program artık bambaşka bir şey olmuştu benim için…
Daha ilk bölümde bir fındık ağacından ince bir dalı ödünç aldım. 'Yaren' dedim ona… Sonrasında elimden bırakamadım nedense… Özenle çekim arabalarına önce onu yerleştirdim, sonrasında kendimi… Zamanla kurudu, sanki boyu bile uzadı ya da bana öyle geldi. Sonra bir kılıf diledim onun için… Benimle adım adım gelen, söyleşilerime, misafirliğime yarenlik eden dostum için özel siyah renkli bir kılıf diktirdim. Gözümden sakınır oldum, kimseye emanet edemedim ki hala edemem. Dedim ya bir deneme, bir televizyon programı olarak başlayan yolculuğum her bölümde, şehirde, adımda bana yepyeni şeyler katmaya başlamış, 'Yaren'le başlayarak zenginleştirmişti hayatımı… Kendimi Yaren'e türküler söylerken buluyordum bazen…