Aşkın Metafiziği, Deleuze ve Guattari'nin kavramlaştırdığı "arzu felsefesi"nin önceden yazılmış, ancak çelişkili bir karalama- sıdır sanki… Küçük bir farkla: Schopenhauer aşkı, soyunu sürdürmek amacıyla insana kurulmuş hoş ve bilgece bir 'tuzak' olarak görür.
Öyle ya, insan demens'tir; tutkularla, öfkelerle, haykırışlarla, ani mizaç değişiklikleriyle, ihtilâçlı ve aşırı bir duygusallık gös- terir, imkânsız olanı ister ve fedakârlıkların faziletine inanır.
"Yaşamak için yaşamak"ın içini aşkla doldurmak, bir süre sonra tehlikeli bir hal alır: itidalle "için için yanma"nın, kopmayla bağlanmanın diyalogları çürütür, çökeltir çünkü insanı…
Tam da bu noktada Schopenhauer'in "irade"si devreye girer. "İrade eşsizdir, akıl dışıdır, özgürdür; zamanın ötesinde ve bu nedenle değişimin, algının ve yıkımın da ötesindedir."
Tuhaf olan ise şudur: Schopenhauer, kadınların hiçbir zekâya sahip olmadıklarını düşünür, ama zekânın insana anneden geçtiğini savunur. Başka bir deyişle, tutkular ve eğilimler babanın, irade ve zekâ ise annenin mirasıdır.
Düşüncenin Yapı Taşları dizisi, uyumsuz insanlar olduğumuza inanmamızı arzulayan Schopenhauer'in kör iradenin oyununa yönelik tüyler ürpertici bir üslubuyla başlıyor: Aşkın Metafiziği. Eser, Mirela Axinte'nin Önsöz'ü ve Leo Franchi'in Sonsöz'üyle zenginleşiyor.
(Tanıtım Bülteninden)