Eserin nostaljik dokusuyla okuru XVIII. yüzyıla ışınlayan Rousseau, bu çok sesli romantik baş yapıtıyla bizi yalnızca tutkulu bir aşkın baş döndürücü cazibesine kapılmış sonra da dikenli tellerine takılıp yara bere içinde kalmış iki âşığın kaderine ortak etmekle kalmıyor, aynı zamanda toplumsal ahlak, aile yapısı, doğa sevgisi, inanç, erdem, gelenek ve benzeri alt başlıklar çerçevesinde çeşitli alt metinlere mercek tutarak sıradışı bir insanlık dersi de veriyor.
"Zaman zaman Tanrı´nın yaşlarımız ve zevklerimiz arasında olduğu kadar, duygusal yakınlığımız arasında da gizli bir uyum yarattığını düşünerek gururlanıyorum. Öyle genciz ki içimizdeki doğa sevgisini hiçbir şey değiştiremez; üstelik hoşumuza giden her şey yine birbiriyle uyumlu. Dünyanın önyargı kalıplarınca esir alınmadan önce, kendi hissetme ve görme kalıplarına sahibiz; o halde neden kendi muhakeme yeteneğimizde gördüğüm bu benzer uyuşmanın kalplerimizde de olduğunu hayal etmeye cüret etmeyeyim?..."
Rousseau, insan ruhunu sarsıntılarla yerinden oynatan, aklını başından alan, vicdanını hıçkırıklara boğan bu mektuplarla, duygulara hayat veren sihirli sözcükleriyle bizi vals ile başlayan, tango ile devam eden ve en sonunda flamenkonun ağıtlarıyla içlendiren dansına eşlik etmeye davet ediyor. Müzik durduğunda ise insanı vicdanı ile baş başa bırakıyor.
"Vicdanın çığlıkları er ya da geç halkın onayını durmadan reddedip yok sayacak. Herkesin gözünde onurlu olacak fakat ruhunuzda aşağılanmış hissedeceksiniz. Oysa, unutulmak ama erdemli kalmak daha iyidir."