Tıpkı uzun bir yolculuğa çıkacak yaşlılar gibi...
Sabah erkenden uyanmış. Daha doğrusu sabaha dek uyumamış, dönmüş durmuş yatağında. Ortalık şöyle biraz ağarmağa yüz tutmuş tutmamışken, daha alaca karanlıkta da fırlamış kalkmış. Sanki, bir takım gizemli çekmeceleri karıştırıyor. Sanki, ardından pasaklı denilmesin diye, ortalığı derleyip toparlamaya çalışıyor. Hazırlanıyor. Büzülmüş,Tortop olmuş.
Gerçekten, öylesine yorgunum ki... Artık yaşamak bile istemiyorum... Ölüm!.. Gel artık!.. Özledim seni!..Niçin?..
Öylesine anlamsız ki her şey...
Sanki, bin bir direkli bir Bizans sarnıcının ürpertili karanlığına birden düşüvermiş. Buz gibi, sırılsıklam rutubetli boşlukta el yordamıyla bir şeyler arıyor.
Niçin? Niçin? Niçin?
İki yanından akıp gidiyor sanki sütun yansımaları çamurlu sularda. Cadı çınıltıları... Ya da, kim bilir kaç kuşağın ıvır zıvır ile dolu bir çatı aralığının, bir merdiven altı boşluğunun göz gözü zor görür loşluğunda, bunalmış, ilerlemeye çalışırken, birden ayağına takılı veriyor nice anılardan birinin çocuk lazımlığı, tangır tungur yuvarlanıyor bir köşeye doğru. Örümcek ağlarının o ürpertici soğukluğu, sanki yüzüne dolanan...
Niçin? Niçin? Niçin?..
Bu ne çok anı, Yarabbi...
Bu ne çok anı....