Üstünü çizdiğimiz, kaçıp uzaklaştığımız, yutup çiğneyemediğimiz her şey ödenecek bir bedel gibi bekliyor bizi tahtında. Korku, damarlarımızda teri kurumamış bir küheylan, şahlanıyor. Ne yapsak bineceğiz ona, nereye gitsek yalayacak o rüzgâr yüzümüzü. Ölüm ağırlığıyla bize hazırlayacak kendini hep. Boynumuzun borcu bilip kendini, sefasını sürecek kalbimizde o yük.
Halil Tekeş, ikinci romanı Yük ile yeni ve üzerine uzunca düşünülmesi gereken bir kahraman armağan ediyor okura. Etiyle kemiğiyle, derdiyle tasasıyla, sözüyle bakışıyla gerçek ve karmaşık. Kusursuz kurgusu, sahici diyalogları, yalın dili ve hissettirdikleriyle Yük tam olarak duygu romanı.
“Babam beni öldürecekti. Bir gün muhakkak. Öldürecek, sonra da bu beyaz oğlan kendi kendine öldü diyecekti. Anam böyle zamanlarda ne düşündüğümü anlıyor, beyaz başımı göğsüne yatırıp en dokunaklı, en ince sesiyle türküler söylüyordu. Bir kusurdum. Arazıydım babamın. İnsan arazını kimselere göstermek istemezdi. Ama ben kefen gibi ortada duruyordum.”