“Sınırsız uzayda, sayısız parlak küre. Her birinin etrafında dönen bir düzine kadar daha küçük aydınlanmış küre. Çekirdeği kızgın lakin dışı katı, soğuk bir kütle ile kaplı. Bu kabuğun üzerinde küflü, ince bir tabaka. İşte bu tabaka canlı ve bilgili varlıkları husule getirdi: bu, tecrübi hakikat, gerçek, dünyadır. Ancak düşünen bir varlık için, nereden [gelip] nereye [gittiğini] bilmeksizin, başlangıçsız ve sonsuz zamanda biteviye ve süratle ortaya çıkıp kaybolan hesapsız varlıktan sadece birisi olarak sınırsız uzayda serbestçe seyran eden bu sayısız kürelerden birinde bulunmak güvenilmez bir durumdur.”
“Dünyayı böylesine hayret verici ve güvenilmez yapan birçok şey arasında en ilk ve en başta gelenin, ne kadar sınırsız ve hudutsuz olursa olsun, onun mevcudiyetinin bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu, insanlar ancak binlerce yıl boyunca sadece nesnel felsefe yapmak için çaba sarf ettikten sonra keşfedebildi.”
Peki, sonsuz zaman akışına fırlatılmış insan hayatının gelip geçici kısalığına, varoluşumuzun asılsız - istikrarsız tabiatına, her yerde önümüzü kesen sayısız muammaya, bunca tezahürün anlamlı karakterine ve hayatın mutlak yetersizliğine rağmen: insanların ekseriyetinin yolunun felsefenin yanından yöresinden geçmemesini neye bağlamalı?
İnsan soyu mevcudiyet şartları bakımından kendisini böyle bir muammanın içinde bulmasına rağmen “ancak şurada burada tek tük, mutlak nitelikteki istisnalar felsefe yaparlar. Bu rüya içerisinde geri kalanlar hayvanlardan pek de farklı bir hayat sürmezler ve uzun erimde onlardan ancak birkaç yıllık tedbir ve tedarikl[ilikl]eriyle ayrılırlar