"Yeni beliren taze gün ışığı bu mevsimde bile kuru dallara çiçek bastırmıştı. Bakışları çiçeklerle bezeli tek tük ağaçtan öteye uzandı. Evlerinin olduğu sokak ne kadar sakin ve ıssızsa, kesiştiği sokak da bir o kadar canlıydı. İnsanlar durmadan yürüyor, geçip gidiyordu. Sevinç kendini de o kalabalığın içinde hayal ederken yanağını yavaşça serinlikten çekip kocasına döndü, 'Ihlamur yaptım. İç, boğazını yumuşatır,' dedi."
Dilek Türker’in öykülerinde karakterler kendilerine birer zırh örüyorlar, ne yaşarlarsa yaşasınlar, neyle sınanırlarsa sınansınlar dış dünyanın özlerini değiştirmesine müsaade etmiyorlar. Ama çelik zırhlara bürünen katı ve soğuk insanlardan da olamıyorlar, hep hayattan yana ve umutlular.
İpekten Örer Zırhını’da herkesten birer parça taşıyan, yaşayan karakterler, bir an dönüp yüzümüze bakıveriyorlar. Bir milattan geçer gibiler, başlarında oldukları hayatın telaşı ve geride kalan günlerin hüznüyle…