Vesta-Linnéa’nın uyku vakti gelmişti. İki masal dinlemiş, abisi Paul Axel’e iyi geceler demiş, küçük kız kardeşi Wendla’yı öpmüş, Viktor’u kucaklamış, annesi de ona bir ninni söylemişti. Ama bir türlü uykusu gelmiyordu.
“Ama anne uyuyamıyorum…”
“Seni zorla uyutamam, ama yatağa gireceksin...”
“Ama anne!”
“…Burada oturursan uyuyamayacağın kesin. Televizyondaki de çocuk programı değil.”
Vesta-Linnéa televizyon izlemek istemiyordu. Tam düşünde gördüğü kuyuyu anlatacaktı ki...
“Git yat, git yat, gittttt yaaaat! Daha kaç defa diyeceğim?”
Vesta-Linnéa yine de uyuyamadı. Ne yaparsa yapsın karabasanlardan kurtulamıyordu. Şimdi sessizce annesinin yatağına gitse annesi de uyuyamayacak, sabaha ikisi birden bitkin kalkacaklardı.
Çocuklu her ailenin tanıdık bulacağı dram, şefkat ve duygu yüklü bu öyküde yine günlük yaşamdan, yine çok sıradan durumlar gayet yalın ve incelikli bir tarzda ele alınıyor.
Tove Appelgren, Vesta-Linnéa serisiyle duyguları ve kendini tanıyıp kabul etmek üzerine sımsıcak öyküler anlatıyor.