Cezanın derhal adalet taleplerimize musallat olan mahrem bir bulaşıcılığı vardır. Ve bunun olağanlığı hakkında vaaz vermeye hazır güçlü bir mutabakat... Oysa, nasıl oluyor da ceza yoluyla adaletin yerine geldiğini düşünebiliyoruz? Cezayı kendine has bir tahakküm tarzına dönüştüren ve siyasal formla ilişkili kılan şey nedir? Onu hukukun adaletine bağlayan köken hakkındaki suskunluk ahdi, yani cezaya dair bütün o geveze söylemler tarafından örtbas edilmek istenen şey.. Bu kitap, işte tam da bu suskunluk ahdine saldırıyor.
Özkan Agtaş, siyaset kuramı ve hukuk felsefesi başta olmak üzere ilgili diğer alanlarda serbestçe dolaşarak yürüttüğü teorik tartışmayı, Batının hukuksal-siyasal düzeninde vuku bulan dönüşümlerin içerisine yerleştiriyor. Günümüze dair çözümlemelerde, suç ile siyaset arasındaki eşiğin bulanıklaştığına işaret eden Agtaş, bunu "istisnayı kural haline getiren sürecin hedefindeki şeyin, yani siyasallaşma imkânlarını gasbetmenin ve siyasal alanı kapatmanın" yollarından biri olarak yorumluyor. Politika-sonrası çağın tazyiklerinden azade olmayan cezalandırıcı makinenin ise, adalet kavramına göndermede bulunma yükünden kurtulmuş salt bir tahakküm uygulamasına dönüşerek güçlendiğini söylüyor.
Kitabın, hukukun içerisine çekilmiş hayata dair de bir sözü var: "Jurisprudenz'de tanık olduğumuz insanlık halinden kurtulmamız gerekecektir, zira ondan türetilebilecek hakiki bir öznellik türü bulunmuyor. Kendine isnat edilen o ilksel suçluluk halinin karşısına, yeniye muktedir dehanın mevcudiyetini çıkarmak... Nihayetinde bu görev, her türlü ahlaki ve hukuki yargıdan önce gelen bir yaratıcı gücü ve yasal olmaktan çok siyasal adlara sahip olmayı gerektiren bir özneleşme ânını hayat bulmaya çağırmaktadır."