Başlamadan önce, yazmak için kendimden beklemediğim bu yürekliliğe şaştığımı söylemem gerek. Bugüne kadar eskide kalmış mektuplar, okulda Türkçe derslerindeki kompozisyon ödevleri ve akademik hayatta formatı belli bilimsel makaleler ve kitap bölümleri dışında, yazı denemem olmadı. İlkokuldayken bir kez ev ödevi olarak bir hikâye yazmamız istenmiş ve öğretmenim yazdığımı beğenip sınıfın duvarına asmıştı. Konusunu hatırlamadığım hikâyemi, akşamları erken yatırıldığım için, uyuyana kadar gaz lambası ışığında köy evimizin tahta tavanını seyrederken, tahtaların hareleri ve çizgilerinden hayvanlar, dağlar, dereler benzetmeleriyle kurguladığımı biliyorum yalnızca. Hepsi bu kadar... Peki, nerden aklıma geldi yazmak? Bilindiği gibi insanlar yaşlandıkça farkında olmadan çok konuşur. Yaygın deyimle çenemize vuruyor. Aynı konu sık sık zevkle tekrarlanır, dinleyen sıkılır ama nezaket gereği ilk kez dinliyormuş gibi yapar. Oysa ki küçük çocuklar aynı masalı her gece aynı zevkle dinler, bu kez anlatan sıkılır.