"Evet, hatırladım," dedi Carst, "Beyaz bir şato, dört kuleli, değil mi? Kırmızı kiremitten çatısı var."
"Aynen. Tam bir doğa cenneti. Yeni evli tüm çiftler ve evlilik yıldönümünü kutlamaya gelenler kapı kemerinin önünde fotoğraf çektirir, televizyondaki bütün o yapış yapış diziler de orada çekilir. Ama kimsenin bilmediği, o kahrolası taştan pastanın bir mezarlık üzerinde durduğu. Gerçekten. Binlerce rahip yatıyor orada, inanmazsanız araştırın. Sonra günün birinde kont mu ne, birisi geliyor, mezarları su altında bırakıyor ve aşk şatosunu üzerine inşa ettiriyor. Çok havalı değil mi?"
Hikâyeleri hikâye yapan nedir? Macera mı, entrika mı, sansasyon mu? Ralf Rothmann öyle olmadığını kanıtlıyor. Hayatın sıradan olaylarının içinde olmadık çatlaklar, kırılmalar, arızalar var. Sürprizler, mucizeler, tesadüfler var. Sıradan hayatlar yaşayan sıradan kişilerin onlardan hiç ummayacağımız tuhaflıkları, sıkıntıları, kahramanlıkları var. Hiçbir şey ilk anda göründüğü gibi değil. Demek ki iyi bir hikâye anlatıcısı bize kimsenin bilmediğini anlatabilir, bu mat yüzeyin ardında olup bitenleri, varlığın ışıltısını gösterebilir.
Alman dilinin günümüzdeki öndegelen yazarlarından Rothmann, bu kitaptaki on iki kısa öyküsüyle bunu yapıyor.