Akıl ile naklin sınırlarını tespit meselesi, İslam düşünce tarihinin, güncelliğini hiç yitirmeyen bir tartışma konusu olagelmiştir. Kitap ve Sünnet'i anlama ve yorumlama, hayata tatbik etme konusunda ilk devirlerden itibaren çok belirgin olmasa da farklı anlayış ve yaklaşımların bulunduğu bilinmektedir. Özellikle Hz. Peygamber'in vefatı sonrasında bu iki esas üzerinde yavaş yavaş belirmeye başlayan farklı yaklaşımların tezâhür ettiği anlaşılıyor. Kitap ve Sünnet'in anlaşılması, yorumlanması ve uygulanması etrafında şekillenen bu tartışmanın sonucunda, lafızcı ve te'vilci olmak üzere iki temel yaklaşım ortaya çıkmıştır. Araştırmanın konu edindiği zaman dilimi, hadis ilmi açısından önemli telif ve tasnif çalışmalarının yanında pek çok tartışmaların, görüş ayrılıklarının, fırkaların zuhur ettiği bir döneme rastlamaktadır. Bu tartışmaların, temel hadis kaynaklarının yazıldığı dönemde gerçekleşmesi, bu eserlerin yazıldığı fikrî ve siyâsî arka planı ortaya koymak açısından önemlidir. Böylesine önemli bir dönemde yaşamış olup birbirine karşıt sayılmasa bile farklı disiplinler olarak kabul edilebilecek Ehl-i re'y ve Ehl-i hadîs gibi iki farklı anlayışın temsilcilerinin değişik hadis konuları üzerindeki tartışmaları hadis ilmi açısından önem arz etmektedir. Her iki ekole göre de hadisler vazgeçilemez bir kaynak olmakla birlikte Ehl-i hadîs ve Ehl-i re'y ekollerini birbirinden farklı kılan ana nedenin, nasların anlaşılması ve yorumlanmasındaki yöntem farklılığına dayandığı söylenebilir. Bu çalışma da bunun somut bir örneğini teşkil etmektedir. Rivâyetlerin nasıl anlaşılacağı ve değerlendirileceği, yerinin ne olacağı sorunu bu iki yaklaşımı ortaya çıkarmıştır. Bunları birbirinin karşıtı olarak görmenin isabetli olmayacağını İbrâhim en-Nehaî'nin, "Rivâyetsiz re'y, re'ysiz de rivâyet müstakim olmaz!" sözü ortaya koymaktadır. Bu ekolleri birbirinin rakibi değil tamamlayıcısı olarak görmek daha isabetli görünmektedir.