"Ey benim düşleri karalı, kapısı hep ayrılığa aralı, asi ömrümün mazlumu kalbim! Sığıntı aşkların yetim bakışlı çocuğu! Bağışla şu aşka arsız serseriyi. Küsüp gitme onlar gibi, soldurdum diye gamzelerini. Satır arasında göremediklerim, meğer tırnak içinde okunuyormuş. Düşünde gördüğün masumiyet yetmiyormuş. Bir gönle yataklık yapacaksa insan, bir ömür yetecek aydınlığı olmalıymış. Sevda yolu dikenlerle bezeliymiş. Şefkati meşakkatinden azade değil. Yürek mahzende sevgilinin esiri imiş, özgürlük tutsaklıktan öte değil. Beyhude geçecek bir ömre kanaat etmek düşer şimdi bana, aşığın fıtratında huzur elzem değil. Hakikatin gözü kör, bir yalanın içinde sözler kâfi değil. Umut yeter mi, yoksa hacet? Kırk gün, kırk gece ibadet kâfi değil. Etsen de yârin gönlünü kutsal mabet, nasipten öte yol, sonun değil. Aşkın gözü kör derler, ne büyük yalanmış, aşık görmeyi bilmezmiş, baksa da kafi değil… Sığıntı gibi iliştiğin bir kalpte, aşk fakir, aşık yoksul bir dilenci ise ayrılık kaçınılmaz son ve rüyadan uyanmak, gerçekle yüzleşmekten daha zor değil…"