Bir kez bir ülkede, dedi Özgür, hoşgörü yok, düşünceden, düşünmekten korku yaygınlaştırılıyorsa ne parlamentosu, ne özgürlüğü be; ne demokrasisi?.. ’Ya tam susturacağız; ya kan kusturacağız,’ diye bas bas bağırıyor adam. Yani onun gibi düşünmedin mi yasak koyuyor, öldürecek seni… Sonra da elini kolunu sallayarak dolaşabiliyorsa hangi özgürlük be? Bırak ki elini kolunu da sallamıyor boşu boşuna; bomba sallıyor, bıçak sallıyor, kurşun sıkıyor… O sloganı atmaktan daha büyük suç da yoktur aslında, demokrasi deniyorsa…’’
Nergis ve Korhan, Özgür’ün ekseninde ülkedeki kaostan kaçıp denizin mavisine sığınanlar… Sadece onlar da değildir. Çevrelerinde kendileri gibi olan aydınlar ve maviyi bir sığınak olmaktan öte gören ülkenin yeni burjuvazisi, yerli halk da vardır. Onlar için sığınakları olan “mavi” ülkenin geri kalanı gibi karanlıktan azade değildir. Çok geçmeden kendileri de bunu yaşayarak öğrenirler. En çok da Nergis öğrenir. Nergis’in kimliğinde kadın olmanın, aydın olmanın, geldiği sınıfın çelişkileri içinde kabuk değiştirmenin savaşı vardır.
‘‘- Gazetelere bakamıyorum, içim kararıyor… Kıyım, öldürme, öldürüşme… Radyoda o, televizyonda o… Koca toplum çıldırmış. Bir deliyi iyileştirmek ne güç bir iştir… Deliler yığınıyla, hem de birbirini azdıran deliler yığınıyla kim baş eder? Sonunda bu bahçeye de soktular… Özgür’ü sevmesem, hani… Valla… İnsan ne halt edeceğini şaşırıyor…’’