“Peki ya ben, ben kimdim? Ben sadece başkalarının romanlarının başlarını ezbere biliyordum, benzer bir hikâyeye aittim, başka bir romandan göç etmiş bir kahramandım, onun
daha küçük boyutlarda trajedisiz olarak yaratılmış haliydim…”
20. yüzyıl İtalyan edebiyatının en özgün seslerinden Antonio Tabucchi,Tersyüz Oyunu’nda kimliğin, belleğin ve bastırılmış arzuların izini süren öyküleriyle karşımızda.
Her biri kendi başına duran ama aynı havayı soluyan bu öykülerde gerçekle kurmaca, imgelerle yüzler, gölgelerle cümleler yer değiştiriyor.Başkasının rüyasında kendi geçmişine rastlayan bir yabancı, bir öğleden sonranın ışığı, bir melodi ya da bir roman karakteri. Her şey,anlatıcının bakışının hafifçe kaymasıyla anlam değiştiriyor. Tanıdık bir manzara aniden yabancılaşıyor, ufak bir sessizlik anı bir tür bilmeceye dönüşüyor. Her öykü bir aynaya bakıyor ama yansıyan yüz her seferinde tersyüz edilmiş başka bir hayata ait.
Kendime hikâyemin içimde olduğunu ve bir gün onu yazacağımı tekrarlardım.Rüyadaymışım gibi önümdeki beyaz kâğıda bile bakmadan masaya oturacağım ve hikâye bir pınar gibi fışkıracak; işte o zaman sanki büyü gibi, ilham adı verilen, mıknatısla çekilen kelimeler kendiliğinden kâğıdın üzerinde sıralanacaklar.