Jane Austen 1815’te 39 yaşındayken tamamladığı Emma’nın en sevdiği romanı olduğunu söyler. Bir taşra kasabasında yaşayan ve iyi bir çöpçatan olduğunu düşünen Emma’nın gerçek aşkı arayışını anlatan roman, bir yandan insan doğasının zayıf yönlerini, bir yandan da 19. yüzyıl İngiliz toplumunun katı ve ikiyüzlü geleneklerini sorgular, inceden inceye alaya alır.
Dehası sağlığında anlaşılamayan Austen ve özellikle de onun Emma romanı için İngiliz edebiyatının mihenk taşlarından Virginia Woolf yıllar sonra şunları kaleme alacaktır:
“... Bu bitirilmemiş ve aslında önemsiz hikâyede Austen’ın büyüklüğünün bütün unsurları yer alır. Bu hikâye edebiyatın tüm kalıcı niteliğini içerir. Yüzeydeki canlandırmayı, yaşama benzerliği bir yana bırakın, geriye çok daha derin bir haz, insani değerlerin eşsiz bir biçimde öne çıkarılması kalır.”