Hoşlanıyordu tren yolu kenarlarında vakit geçirmekten. Ta eskilerden başlamıştı bu garip huyu. Hat boylarında yürüyor, gelip geçen trenleri merakla izliyordu. Yalnızdı daima. Demiryolu kenarına bir çocuk neden inerdi? Alt tarafı raylarda bozuk para ezdirmek için. Peki ya yirmi iki yaşına gelmiş kazık kadar bir adam?
Ege rampalarında kürek kebabı, Konya Ovası’nda matara çayı... Ateşçi küreğine et yatırılır, ocağa salınır; üstüne de demir matarada demlenmiş çay... Güzel! Hep güzel değil ama her şey. Trenler eskiyor, raylar kayboluyor, makinistler unutuluyor... Hikâyeler birbirine
karışıyor...
Mümtaz’la Ayşe’nin, Caner’le Mücella’nın içtiği öğlen rakıları. Gizli kapaklı ilişkiler. Cürmü meşhut. Ardından gelen boşanmalar, evlilikler; fokurdayan dedikodu kazanları... Trenler Çıldırırsa bir lokomotiften diğerine geçerken yönümüzü şaşırdığımız alengirli bir anlatı.
Tren tutkunlarının, meşum kadınların, dolambaçlı işler çeviren erkeklerin paralel ilerleyen yollarına makaslar ekleyerek, hepsini aynı istasyonda buluşturuyor Orhan Berent.