"(...) Aynı şeyden bahsedilmesine rağmen o şeyin bu kadar çok sayıda farklı kavramla ifade edilmesi ne garip değil mi? Top lum, kültür, mekân, zaman, inanç yapısı, düşünce sistemi ve disiplinler değişmesine rağmen aslında çok küçük nüanslarla hep aynı şeyden bahsedilegelmiş ve genel anlamda rıza gösterilerek kabullenilmiş bir şey. Ben ona öz vicdan diyorum, 'Lübb' diyorum. Belki Sokrates olsaydı 'daimonion' (ilahi iç ses), Kâdî Abdülcebbâr olsaydı 'nazar', Nietzsche olsaydı 'plastik güç',Tolstoy 'Tanrının kalbimizdeki nuru' ve Kant olsaydı 'içimdeki ahlak yasası veya tanrısal mahkemenin içimdeki temsilcisi' derdi."
Zeynel Tekant, sıradan bir gerilim romanının aksine "esrarengiz" tanımının arkasına saklanmaksızın roman ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi sorguluyor. Lübb; yani öz vicdanın sadece ağzımızdan çıkan ya da kulağımıza çalınan bir sesten ibaret olup olmadığını okuru heyecanlandıran ve kendi kendini sorgulamaya yönlendiren bir üslupla betimlerken, kadercilik ile sebep sonuç kaçınılmazlığı gölgesine sığınmanın öz vicdan karşısındaki mağlubiyetini okurun ilgisine sunuyor.