2001 ekonomik krizinde insanlarımız 2. Dünya Savaşında olduğundan daha çok yoksullaştı. En acil vakalarda bile insanlar giderlerini ödeyemeyince hastanelere kabul edilmedi; kabul edilenler de giderleri ödeyinceye kadar tutuklu kaldılar; ölülerin cesetleri faturalar ödenmeden yakınlarına verilmedi. Siyasal iktidar ise, yalnızca rantiyeyi kurtarmayı amaçlıyordu. Medya desteği ile bankalar mağdur, faiz kutsal kılınmıştı...İşte bu zeminde, Cevdet Birincioğlu hem kanunun yaklaşımını, hem de kendi yaşamının ahlakî eleştirisini yapıyor. Onun yaşamı; "...Ne bir roman, ne de film konusu gibiydi. Ama iç dünyasının ve düşüncelerinin fotoğrafı çekilebilse, nasıl bir fırtına yaşadığı görülebilirdi. Zaten her insanın hayatının bir roman olduğuna inanırdı. Romancıların olayları önde tutmaları; satranç oynayan insanların devinimsiz ve durağan bir konumda olduklarını düşünenlerin yanılgısı gibidir. Oysaki satranç oyuncuları çok kere, yüz metre koşan atlet kadar enerji tüketir, maraton koşucusunun finalde duyduğu bitkinliği duyar ve bazen de köşede sıkıştırılmış, yumruk yağmuru altında kalan boksör kadar acı hisseder. İşte Cevdet Birincioğlu’nun yaşamı böyle alışılmış, sıradan bir yaşamın fırtınasından ibarettir..."