Yirminci yüzyıl romanının en önemli temsilcilerinden biri olan Iris Murdoch, Kara Prens'te modern bireyin yaşadığı kimi temel sorunları dramatik bir kurguyla sorguluyor. Bir aşk öyküsünün karmaşık örgüsü içinde, sanatın ve aşkın doğasını önyargılardan arınmış, gözüpek bir bakış açısıyla irdeliyor yazar. Yaşam-sanat, aşk-özgürlük eksenleri boyunca, değişik karakterlerin yaşadığı karmaşık ruhsal çatışmalar yer yer ironik bir dille, yer yer de entelektüel bir içerikle yansıtılıyor.
Romanın kahramanı ve anlatıcısı olan Bradley Pearson yaşını başını almış bir yazardır. Yalnız yaşamaktadır; ama eski karısı, kayınbiraderi, kendinden daha genç bir yazar olan Arnold Baffin ve onun huzursuz karısı tarafından kuşatılmıştır; birtakım genç kızlarla
girdiği yıpratıcı ilişkiler de bir çember gibi sıkmaya başlamıştır kendisini. Bradley her şeyden kaçmaya çabalar.
Yazarlık yaşamı içinde gerçeği ve sağduyuyu ararken, aşk yoluyla kurtarıcı bir bunalım yaratmanın da peşindedir. Başarısızlığı ve bu başarısızlığın yol açtığı sorunlar yaşamına trajik bir boyut getirir. Şöyle seslenir romanın bir yerinde okura:
Yaşamın sanata benzemediğini gösteren şeylerden biri de aziz dostum, sanattaki karakterlerde tecavüz edilemez bir vakar olması.
Oysa yaşamdaki karakterlerin böyle bir özelliği yok. Ama yaşam, acıklı ve sürekli bir biçimde sanatın bu özelliğine de öykünür; tıpkı diğer özelliklerine öykündüğü gibi. Umutsuzluğun büyüleyici bir öyküsü Kara Prens.
Yazarın platonik aşk kavramını, psikolojiyi ve dolaylı olarak dini sorguladığı yapıtın kurgusu, arka arkaya gelen beklenmedik olaylarla okuyucuya sürprizler sunuyor. Düşündürürken sürükleyen bir yapıt Kara Prens.
Kendisiyle yüzleşmekten korkmayanlar için...