Toplum ve Devlet Kuramının Hukuk, Adalet ve İnsan Hakları Boyutu
Toplum ve Devlet Kuramının Hukuk, Adalet ve İnsan Hakları Boyutu
İbn Haldun (1332-1406), Mukaddime adlı eşsiz eseri ve bu eserinde temellerini attığı “umran” yani “genel toplum ve medeniyet” bilimi ile evrensel ölçekte tanınan ve büyük saygı gören bir isimdir. O, kişiliğinde bilim, bilgelik, kamu görevi ile siyaset ve hukuku kaynaştırmış, çok yönlü ve gelmiş geçmiş en ünlü Müslüman bilgin ve düşünürlerdendir. Mukaddime’de kullandığı, gözlem, analiz, objektiflik ve eleştiriye dayanan bilimsel yöntem, düşünür’ün modern çağda benzersiz bir ilgiyle karşılanmasının ve saygı görmesinin başlıca nedeni olmuştur. Onun insan, toplum, otorite, iktidar, medeniyet ve devlete olgusal, açık, gerçekçi ve pragmatik yaklaşımı, düşüncesinin evrenselliğinin, eskimezliğinin ve güncelliğinin başlıca sebebidir.
İbn Haldun’un teorik ve pratik yönleriyle hukukçu kişiliğinin, Mukaddime’deki özgün fikir, kavram ve teorilerinin oluşumundaki etkisi oldukça önemlidir. O, gerçekten bir özgün düşünce, kavram ve teoriler pınarıdır. Düşünür, özellikle Batı’da keşfedilmesinden sonra sosyoloji, kamu hukuku, hukuk sosyolojisi ve siyaset bilimi alanlarındaki araştırmacıların ve akademisyenlerin ilgisini çekmiştir.
Daha önceki insan hakları çalışmalarımın üzerine, 2017 yılı içinde genel kamu hukuku doçentlik sınavı için yoğun devlet teorisi okuma ve araştırmalarımın akabinde Mukaddime üzerine eğilmiş olmam, bu eşsiz eserin özellikle kamu hukukçuları ile siyaset bilimciler için ne denli bir hazine olduğunu daha iyi fark etmemi sağladı. Ardından bizzat kaleme aldığı otobiyografisi başta olmak üzere, düşünürün hayatı üzerine yaptığım okumalar zihnimde, özellikle akademisyenler, hukukçular ve kamu görevlileri ile siyasetçiler için kişiliği ve düşünceleri ile örnek bir bilim, düşünce, hukuk ve devlet adamı portresi canlandı. Bu çok yönlü düşünürün adeta bir sosyal bilimler ansiklopedisi olan ünlü eseri Mukaddime’nin ise insanlığın ihtiyaç duyduğu insan, toplum, devlet ve hukuk felsefesine kaynaklık edebilecek gerçek bir bilim hazinesi olduğunu düşündüm. Ancak bu büyük düşünürün tarih, sosyoloji, ekonomi, medeniyet, siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisi gibi alanlardaki görüşlerine ilişkin yerli ve yabancı bir takım çalışmalar olmasına rağmen, hukuk, adalet ve insan hakları düşüncesine ilişkin yeterli araştırma ve yayına rastlayamadım.
Bu nedenle, çalışmaya, düşünürün hukuk, adalet ve insan hakları düşüncesini ele almak için giriştim. Ancak, bu kavramların toplum ve devletle olan kaçınılmaz bağlantısı nedeniyle, onun toplum ve devlet teorisinin temelleri ile siyasi umran biliminin günümüzde siyaset bilimi kapsamında ele alınan temel kavramlarını irdelemeden çalışmanın amacına ulaşamayacağını fark ettim. Bu nedenle çalışma tamamlandığında, otorite, iktidar, egemenlik, meşruluk ve siyasi rejimler gibi olguları ele alırken kullandığı bilimsel yaklaşım nedeniyle, eserin isminde İbn Haldun’un hukukçuluğunun yanısıra siyaset bilimci kimliğini de özellikle vurgulamayı gerekli gördüm.
Onun toplum ve devlet teorisinde; toplum ve devlet insan içindir ve yeryüzünde insan türünün temel ihtiyaçlarını karşılamak ve varlığını garanti altına almak için zorunlu ve doğal kurumlardır. Toplumsal örgütlenme ile aynı anda ortaya çıkan siyasi otorite (vazi), insanın güvenlik ve yaşam hakkını teminat altına alacak toplumsal ve hukuksal düzenin gözeticisidir. Birlik, kaynaşma ve dayanışma ruhu (asabiyet), toplumu egemenlik (tegallüb) vasıtasıyla iktidara (mülk) götürür. Global toplum düzeyindeki iktidar devlet adını alır. Medeni toplumsal hayat (hadari umran) devletle gerçekleşir. Medeni toplum ile iktidar ve devlet arasında sıkı bir bağ söz konusudur: Medeniyetsiz bir devlet tasavvur edilemez. Devletsiz ve iktidarsız bir medeniyet de imkânsızdır. Medeniyetin yaşaması devletin bekasına, devletin devamı kuralları herkesi bağlayan hukuk düzenine ve adalete bağlıdır. Adaletsizlik, medeniyeti ve devleti çökerten, insanlığın yeryüzündeki varlığını tehlikeye atan en büyük insan hakları ihlalidir (zulümdür).
Mukaddimenin gerek İngilizce ve Fransızca, gerekse Türkçe’deki çevirileri, İbn Haldun’un düşünce dünyasına giriş yapmak için bir imkân sunsa da, Mukaddimenin orijinaline başvurmadan yapılacak bir çalışmanın, bilimsel açıdan nasıl yetersiz kalacağını, onun düşüncesinin derinliğine ve kavram dünyasına nüfuz edebilmenin ne denli zorlaşacağını, bu çalışma sırasında bizzat deneyimlemiş oldum. Çünkü İbn Haldun, genel insan toplumu ve medeniyet alanında umran adlı bir bilim dalı kurucusu olarak, toplumsal ve siyasal alanda gözlemlediği bir dizi evrensel olguyu kavramsallaştırmış ve bu kavramları eserinde tutarlı bir şekilde kullanmada büyük bir özen ve titizlik göstermiştir. Çalışmada yaptığım alıntılarda umran biliminin konumuzla ilgili temel kavramlarının Mukaddimenin Arapçası üzerinde izini sürdüğümde, mevcut çevirilerde bu kavramların İbn Haldun’un aksine tutarlıktan yoksun şekilde birbirinin yerine kullanıldığını veya kavramların teknik anlamının yansıtılamadığını gördüm. Böyle çevirilerden yola çıkarak düşünürün gerçek düşüncesini kavramak ve yorumlamak elbette mümkün olamazdı. Bu nedenle Mukaddime’den yaptığım alıntıları Osmanlıca metin dâhil belli başlı Türkçe çeviriler ile Fransızca, İngilizce çevirileri de dikkate almak suretiyle, Arapçasından bizzat çevirdim.1 Ancak, dipnotlarda, Arapça metnin yanısıra çeviri sırasında karşılaştırma için faydalandığım Fransızca ve kimi Türkçe çevirilerdeki sayfa numaralarına da yer verdim.2 Eserin bu yönüyle, düşünürün özellikle toplum, devlet ve hukuk kuramına ilişkin benzer çalışmalar yapacaklar açısından bizzat gözlemlediğim bir boşluğu doldurmasını arzuladım.
Kanaatimizce, İbn Haldunu en iyi anlayanlardan biri olan Cemil Meriç’in 1974 yılında yaptığı “Biz, Âraf’taki dâhiyi ehliyetsiz mütercimlerin tasallutuna terkettik. (…) bugünkü nesillerin anlayabileceği bir Mukaddime’ye mutlaka ihtiyacımız var”3 tespiti hala geçerliliğini korumaktadır. Ancak vurgulamak gerekir ki, Mukaddime’nin gerçekten nitelikli bir çevirisi bir veya birkaç kişinin çabasıyla mümkün olamaz. Bu nedenle ancak Mukaddime’de ele alınan konularda uzmanlaşmış akademisyenlerden oluşan geniş bir kadronun çalışmasıyla bu ansiklopedik eserin güncel ve bilimsel yönüne sadık bir çevirisi yapılabilir. Mukaddimenin Arapça orijinalinden faydalanma imkânına sahip olmayanlar için de, ondan akademik ve bilimsel çalışmalarda istifade fırsatı verecek böyle bir çeviri, ülkemizde sosyal bilimlerin bütün dalları için önemli bir ilham kaynağı ve ele aldığı konularda alternatif yaklaşım imkânı oluşturacaktır.