II. Dünya Savaşı yılları ile hemen ertesinde geçen çocukluğunda, “aç kalmış ama babasız kalmamış” kuşağın bir ferdi olarak, 27 Mayıs’a denk gelen Mülkiye talebeliğinde umudu teneffüs etmiş biri, Alaeddin Asna… Türkiye’yi bugünlere hazırlayanlar arasında onun payına da halkla ilişkiler düştü: yurtdışında bu alanda ilk yüksek lisans yapan, özel sektörde “halkla münasebetler” birimini ilk oluşturan, ilk bağımsız halkla ilişkiler şirketini kuran, halkla ilişkilercilerin dernekleşmesine önayak olan ve üniversitede ilk halkla ilişkiler dersini veren o oldu.
Türkiye’yi “halkla münasebetler” kavramıyla tanıştırmasında, bu öncü kuşağa mensup olmasının yanısıra yapı olarak gazeteciliğe ve iletişime yatkınlığının da payı var. Doğuştan iletişimci; bütün yaşamı iletişim ve ilişki kavramlarıyla biçimlenmiş. Hayatının dengesini insanlarla kurduğu ilişkilerle sağlıyor:
“Dünyada süregiden savaşları, ülkede siyasetçiler arasındaki kavgaları dinleyerek; ekonomik sıkıntılar içinde yaşayarak büyüdü bizim kuşak. Hüznün ve mutsuzluğun bahanesini bulmak da kolaydı: Şanssızlık! Ben bu kötümserliği insan ilişkileri ile gidermeye çalıştım. İnsanlarla iyi ilişki kurmak, pek çok sorunun ilacı gibi geldi bana. En etkili ilaç, ilişki kurduğunuz yakın ya da uzak çevrenizdeki insanların size güvenmesidir. Bir yandan bu güveni zedelememeye, bir yandan da güvenin iki yönlü olmasına çalıştım. Arada sırada yaşadığım düş kırıklıklarına rağmen insanlara güvenmeye devam ettim. Yaşam çizgimi insanlarla ilişkilerimi önemseyerek çizdim.”