1960’lar Türkiye’sinin küçük, kendi halinde, tipik bir endüstri kasabası: Heybetli bacasıyla fabrika, tek katlı lojmanlar, nefis bir sahil, lokal, tren yolu, kumsal, deniz ve nereye el atsan arkeolojik kalıntılar- denizin dibinde, tepelerde, bahçelerde... Soğuk, karlı bir kışı geride bırakan kasaba sakinleri, yaşadıkları yerin tüyler ürpertici sırrından habersiz, yazı dört gözle beklemektedirler. Jülide hariç.
Jülide, ağabeyi Tanju tarafından sürekli dışlanmaktadır ve üstelik hiç bir arkadaşı yoktur -hayvanları saymazsak tabii. Bir gün olağanüstü bir olaydan sonra kendini müthiş bir maceranın içinde bulur. Artık yeni bir arkadaşı vardır: Vedat. İkisi birlikte, tarih ile mitolojinin iç içe geçerek sınırlarının belirsizleştiği bir zaman dilimine giderler. Ve yaşadıkları yerin inanılmaz sır perdesi binlerce yıllık bir hikaye sarmalı olarak yavaş yavaş gözlerinin önünde aralanır. Jülide ne kadar ileri gittiklerini fark edemez, Vedat’ın hayatı tehlikeye girer. Onu kurtarmak cesaretini nereden, kimden aldığını bilemez ama cüretinin bedelini ödemeye hazırdır. Ne yazık ki ölümsüz rakibi tahminlerinin üzerinde bir güce sahiptir ve şimdi bütün sevdikleri, herkes tehlikededir. Artık sadece kendi gücüne dayanmak zorundadır.
Her sayfası heyecan, gerilim ve ilginç buluşlarla dolu; birçok katmanı olan, ‘bizden’ diyeceğimiz; sürükleyici, yediden yetmişe herkesin soluk soluğa okuyacağı bir kitap.