“Orada olanların, çok geçmeden burada da olacağından emin olabilirsiniz” dedi Grigor. “Şu hale bir bakın hele.. Toprakların çoğu, toprağa yabancılaşmış olan insanların elinde. Toprak aşkı diye bir şey yok onlarda. Gelecekte de ne olacağını ancak Tanrı bilir. Ben hâlâ, toprağın, köylülerin eline geçmesinin daha iyi olacağı kanısındayım. Çünkü o zaman, kimse toprağı köylülerin elinden alamayacaktır.”
Romen edebiyatının Tolstoy’u olarak bilenen Liviu Rebreanu’nun ölümsüz eseri Umut Toprakları, geri kalmış bir toplumun modernleşme sancılarını gözler önüne sererken kadim ve temel bir soruyu odağına alıyor: İnsan niçin savaşır? Bir belgesel görselliğiyle akan bu uzun soluklu roman, I. Dünya Savaşı’nın da etkisiyle savaş ve devrim, isyan ve kölelik gibi ikilikleri edebiyat alanında tartışmaya açıyor. Köylülerin modern devrimlerdeki konumu ise özellikle sorunsallaştırılıyor: köylüler kendi çıkarlarından başka hiçbir şeye ilgi duymayan “tembel” ve “cahil” varlıklar mıdır, yoksa toplumun genel özgürlük mücadelesinde olmazsa olmaz bir değere mi sahiptirler?