“Ben yaşamımın ilk yıllarından bu yana, bir ıstıraptan diğerine hızla sürüklenerek deliliğin eşiğine gelmiş, en derin anlamda mutsuz bir bireyim. Bunun derin nedeni zihnimle bedenim arasındaki dengesizlik olmalı. Çünkü (bu benim için hem tuhaf bir şey hem de sonsuz bir teşvik) ruhumla hiçbir ilişkisi yok. Aksine zihnim ile bedenim arasındaki gerilim nedeniyle ruhum nadir görülen bir direnç kazandı.” Büyük felsefelerin ve düşünce sistemlerinin en şanlı çağında, seküler Avrupa’nın yükseliş günlerinde, ilerlemenin zaferden zafere koştuğu 19. yüzyılın ilk yarısında kıtanın kuzeyinde, Kopenhag’da bu kutlu gidişata ve iyimserliğe karşı tek başına bir “iman şövalyesi” durmak istedi. Søren Kierkegaard’un felsefi kitap ve denemeleri varoluşçuluğun temellerini attı. İnanç, etik ve anlamın çözümsüz sorularından hareketle, gündelik hayatın içerisinden felsefeyi mütevazı bir surette yeniden inşa etti. Elinizdeki günlükler ve makale fragmanları yazarın 25 cilt tutan, 7000 sayfayı aşan evrakından yapılmış bir seçki. Kierkegaard’un gençliğinden vefatına kadar yayılan dönemde yaşadığı hayal kırıklarının, fikri gelişiminin, keşiflerinin, ruhsal çalkantılarının panoraması düşünceyle hayat arasında ayrım gözetmeyen bir filozofu anlamak için anahtar teşkil ediyor. “Eğer yaşam bir bulmaca ise, onu yapan, insan artık tahmin etmekten sıkılıp ilgi göstermemeye başladığında, muhtemelen sonunda ortaya çıkacak ve çözümü gösterecek. Bu bulmacayı ben icat etmedim ama bulmaca yayınlayan gazeteler bir sonraki sayıda cevapları veriyorlar. Bulmacayı aynı gün çözmüş olmaktan dolayı elde edeceğimiz tek fark, gazetede bulmacayı aynı gün çözen adam olarak adından söz edilmesi ise, bu ödül benim için hiç de önemli değil.”