…Tanrıları bu kadar çok görmeyi arzulayan birisine, Tanrıların olumsuz bakmasının mümkün olmadığını düşünüyordu. İçinde duyduğu arzu, şu ana kadar hissettiği en güçlü duygu idi. Böyle bir duyguya karşı koymak, bir kulun dayanabileceği bir şey değildi. Tanrıların kullarına taşıyamayacakları yükü yüklemeyeceğine inanıyordu. İçinin böylesine bir arzuyla dolmasına izin verdilerse, demek ki onları görme isteğini de makul karşılarlardı. Zaten gözünde hiçbir şey kalmamıştı. Ne Dünya’nın güzelliği ne içinde yaşayan arkadaşlarının varlığı ne de kendi fani varlığının devamlılığı, onu Tanrıları görmeye çalışmaktan alıkoyacak değerler olarak görünmüyorlardı. Evet, belki Tanrıları görme çabası Tanrıları kızdırırsa, her şey yok olabilirdi. Ama bu şekilde var olmak da anlamlı gelmiyordu. O nedenle bir şansı varsa, bunu kullanacak; sonunda yanmak varsa da Tanrılar eliyle, onlara tutkun şekilde yanacaktı. Böyle bir sona erişin kendisi için güzel bir son olacağını düşünmeye başlamıştı. Artık Tanrıları görmek, varoluşunun yegane amacı haline gelmişti. Onları görmeyi başaramasa da bu yolda yanmak, tüm Dünyayı bu amaç için gözden çıkarmak, gözüne son derece makul ve şiirsel bir hareket tarzı olarak görünmekteydi…