Eserin anlatıcısı savaş gözlemcisi olan bir gazeteci. O kadar güzel bir anlatım atmosferi kuruyor ki; âdeta bir kamera netliğinde olayları izliyoruz. Günümüzden bir asır geri tutuyor kamerasını yazar. Biz onu şimdiki zamanın içinde izliyoruz. Okuyanını ise bir dönemin acılarına şahit tutuyor. Günlüklerden meydana gelen eseri okurken kendinizi savaşın içinde bulacaksınız ve bir taraf olmak zorunda olduğunuzu anlayacaksınız.
"Geçen gün Karadağlıların hücum ettikleri yamaçlara bugün, taşların hareketsizliği ve çöken akşamın sükûneti hâkim. Daha bir haftadan az zaman önce, ölümde birleşmiş ve birbirlerinin boğazlarına sarılmış cesetlerle dolu olan çukurların yer aldığı bu huzur dolu tepeden gözlerimi ayıramıyorum.
Orada üç yüz Türk katledildi. Geri kalanlar kayaların arasından ve yarıklardan kaçtılar. Canlı renkli giysileri olan küçük bir çocuk grubu, taşların arasında galip tarafın tüfek atışları arasında Touzi istikametinde kaçarken terk ettiği mühimmat ve silâhları arıyor. Küçük çocuklardan biri birçok şey arasında şekilsiz bir şey getiriyor. Bana hediye ediyor. Tamamen kan ve çamura bulanmış bir Kur'an. Refakatçim olan Karadağlı bana "Bırakın o pisliği !" diyor. Gene de birkaç kuruşa satın alıyorum. Çocuk sefil kalıntıyı bana verince elimde yaralı bir hayvan, hâlâ sıcaklığını koruyan bir kuş, ölümüne vurulmuş canlı bir düşünce tuttuğum duygusuna kapılıyorum."