"Yer altı dehlizlerinde tükettiğim bir günden sonra yeniden insanım. Yine madende geçen, diğer günlerle aynı, fakat onlardan tamamen farklı bir gün. Nasıl aynı olmasın ki? Şairin dediği gibi, savaşta tüm günler aynıydı. Nasıl farklı olmasın ki? Filozofun dediği gibi aynı nehirde iki kere yıkanılmazdı. Filozof dediğini diyedursun, biz aynı hamamda bu sabah bir kere daha yıkandık. Bu kaçıncı, bilmiyorum...
Gün sona erip de muhasebesi yapılınca yaşananların, anladık ki ne kazananın tarafındayız ne de kaybedenin. Hesap ettik, kitap ettik, olmaz dedik, bırakamayız bu şekilde; yarım kalan cümleyi tamamlamak için söz verdik, söz aldık yarın sabahın er saatine…"
Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki bir dağın eteklerine kurulmuş maden ocağı, madende çalışarak cezalarını tamamlayan mahkûmlar ve bu mahkûmların maden ocağında geçirdikleri tek bir gün anlatılıyor Kelin Üç Hâli'nde. Anadolyum maden işletmesinde çalışan on iki mahkûmun geçmişe dair anıları ve geleceğe dair umutları yirmi dört saatin içine sığdırılıyor.
Geçip giden günlerin tekdüzeliğine rağmen hayat küçük oyunlarını oynamaya, ufak sürprizleri ile şaşırtmaya devam ediyor; ıssızlığın ortasındaki bu maden ocağında bile.
Kebikeç, Bir Çalçene Hikâyesi ve Kıyamet Vaktini Gösteren Saat romanlarından sonra Kelin Üç Hâli romanıyla yeniden okuyucuyla buluşan Devrim Kodakcı, bir kere daha hayal ile gerçeği harmanlayarak kendine özgü diliyle hayatı ve insanı anlatıyor bizlere.Tüm tekdüzeliği ve bu tekdüze görüntüsünün gerisinde sakladıklarıyla hayatı ve hayal kurmaktan vazgeçmeyen insanı.
Hayat bazen "kelindüdüğü", biraz "kelinızdırabı" olsa da, çoğunlukla "kelinumudu"dur biz insanlara.