1958 yılında, Yolda’nın yayımlanmasından sonra Allen Ginsberg, Jack Kerouac’ın yazma metodunu “spontan bop ölçüsü” olarak tanımladığında bu terim hemen tutulurken, yanıltıcı olduğu da ortaya çıkacaktı. Şarkıcı Patti Smith gibi yanlış bilgilendirilmiş Kerouac hayranları, ”Kelimeleri kâğıda püskürttü yalnızca!” diye çığlıklar attılar bugüne kadar. Eğer kelimeler yalnızca püskürtülmüş olsaydı, şu an onları okuyor olmazdık. Jack’in edebi şöhreti açısından olumsuz yargılar doğuran spontan yazı fikri, sürecin kolay olduğunu getiriyordu akla; işin içindeki muazzam disiplini, Jack’in iki dilliliğinden doğan olağandışı dilsel hassasiyetini, yazarlığını şekillendiren içgüdüsel ve öğrenilmiş estetik yargılarını ve nihayetinde “penceresinden” atlayıp uçsuz bucaksız Amerikan topraklarına ve roman yazımındaki bilinmeyen bölgeye çıkmasını sağlayan tüm çalışmalarını, kolay görünen ip cambazlığının öncesindeki tüm provalarını görmezden geliyordu.
Bambaşka bir hayattı onunki. Yakışıklı ve sert yüz hatlarının ardında ıstırap içinde bir ruh ve bir melankoli bulutu dolanırdı. Teselliyi alkol, uyuşturucu, cinsellik, caz ve edebiyatta aradı. Göçmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiği Amerika’da kıtanın bir ucundan diğerine savrulan bedeni gibi ruhu da dinginliği hiçbir zaman bulamadı.