“Beni bana hatırlatmıştı. Arkamdaki iskeleden homurtulu seslerle ayrılan vapurlar gibi, şimdiki zamandan ayrılan geçmişimin arkada bıraktıkları da ıssız bir vadiye doğru yol alıyordu. Ne vardı orada? Aşk mı? Hayır. Aşk hep ileriye bakar. O gelecektedir. Anda var olanın söz veremediğini fısıldar ruha. Bana kendini fısıldıyordu. Dinle-me-seydim o sesi, görmeseydim o elleri şimdi burada olmazdım.
Bir simidin üzerine rasgele serpilen susamların, böyle narin, böyle umut saçan devinimlerle gelip de yanıp tutuşan ruhdanlığıma bir buz, bir katre devrim olacağını nereden bilirdim?”
Ruhdanlık...
Beril Erem’in yazınsal yetilerini keşfederken öykülerinde çokça rastlanan ilginç ve edebi sözcük arayışları, ilk kitabının ismini de ölümsüzleştiren yeni bir kelime sunuyor okuyucuya.
Erem’in öykülerini okuduğunuzda sadece akıcı, sorgulayıcı dilinin ve kıvrak üslubunun yardımıyla değil; kadını ve erkeği insan yapan, daha sonra onları tüm zaafları ve tutkularıyla ayrıştırıp, bu öyküler sayesinde yeniden bir araya getiren bir anlatım şöleniyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Şölenin şenlik ateşleri altında toplanan tüm anlatıcıların ortak sesi ve nefesiyle.