“Duvarımda hiç tanışmadığım bir kadının fotoğrafı asılı; sol köşesi yırtılmış ve bantla yapıştırılmış. Elleri belinde, doğrudan kameraya bakıyor ve gülümsüyor. Özenle ütülenmiş bir döpiyes giymiş, dudaklarına koyu kırmızı ruj sürmüş. 1940’ların sonu ve henüz otuzuna varmamış. Açık kahverengi teni pürüzsüz, gözleri hâlâ genç ve neşeyle bakıyor. İçinde büyümekte olup beş çocuğunu annesiz bırakacak ve tıbbın geleceğini değiştirecek tümörden habersiz. Fotoğrafın altında adının ‘Henrietta Lacks, Helen Lane ya da Helen Larson’ olduğu yazıyor.
Kimin çektiği bilinmiyor ancak bu fotoğraf dergilerde, bilim kitaplarında, bloglarda ve laboratuvar duvarlarında yüzlerce kez göründü. Genellikle Helen Lane olarak anılıyor ama çoğu zaman da hiç adı yok. Ona basit bir şekilde HeLa deniyor, dünyanın ilk ölümsüz insan hücrelerine onun hücrelerine, ölmeden yalnızca aylar önce rahminin ağzından kesip alınan hücrelerine verilen ad bu.
Gerçek adı Henrietta Lacks.Doktorlar onun hücrelerini, iznini almadan aldılar. Bu hücreler hiç ölmedi.
Yerçekimi olmayan şartlarda insan hücrelerine ne olacağını görmek için uzaya, önce onun hücreleri gönderildi.
Bu hücreler sayesinde çiçek aşısı, kemoterapi, klonlama, suni döllenme, gen haritalaması gibi konularda yaşamsal önemde ilerlemeler kaydedildi. Tıbbî bir devrimin ve milyon dolarlık bir sanayinin başlangıcı oldular. Ailesinin ise sağlık sigortasını karşılamaya gücü yok.