Kürtler, modernleşmeyi çift katlı bir dayatma olarak yaşamak zorunda kalmış halklardan biridir. O nedenle de bu süreci geleneksel toplum ve hayatın kurum, değer ve ilişkilerinin çöküşü, yenilerin doğuş ve yerleşme sancıları ile yaşanmış bir toplumsal-kültürel tarih olarak değil, isyanlar, iskân ve ilticalarla yüklü bir siyasal tarihin ağırlığı altında yaşadılar.
Bu tarih içinde geleneksel sözlü Kürt edebiyatı yazılı edebiyata, geçmişin destanları çağdaş roman ve hikâyelere yerini bırakırken, temaların sürgün, göç ve ölüm’de yoğunlaşması son derece anlaşılır bir yönelimdir. Dolayısıyla Muhsin Kızılkaya’nın bu seçkisi özel bir ayıklamanın değil, ana mecranın yansımasıdır.
Ama, bu hikâyeleri okurken sürgün, göç ve ölüm sözcüklerinin çağrıştırdığı kanlı, karanlık, gözyaşına boğulmuş, kasvetli ve ürkütücü anlatıların hemen hiç olmaması kimseyi şaşırtmamalı. Bitkinlikten uzak bir hüzün, gülümseme ve çokça ironi yüklü hikâyeler bunlar. Her şeyden çok gururunu yitirmemeye, korumaya çalışmış bir halk ve dil, sürgünün, göçün ve ölümün acılarını bile bu duruşla ifade eder çünkü.
Ömer Laçiner