Çevre çok farklı yönlerden tanımlanabilecek oldukça kapsamlı bir kavramdır. En genel tanımıyla çevre; tüm canlıların (ki insanı ayrı tutmuyorum!) yaşamları süresince fiziki, biyolojik, sosyoekonomik ve kültürel ortamlarıyla kurdukları ve sürdürdükleri ilişkiler bütününü olarak tanımlanmaktadır.
Ne oldu bu güzel adayı çevresel yönden geriye dönüşü olmayan sorunlar düğümü haline getirdik?
Çevre konusuyla ilgilenmeye başladığım günden beri kendime birçok soru yöneltiyorum. Hep kendimi sorguluyorum. Nasıl düzeltebiliriz diye sürekli kafamda seslerle dolaşıyorum. Kendimi sorguluyorum sorgulamasına da endişelerimi bilimsel toplantılarda dile getirdiğimde ne yazık ki konuya bakan merciler tarafından istenmeyen kişi oluveriyorum bir anda. Halbuki tek bir isteğim var. Yaşanabilir bir ülke için güzel bir çevre! Yok olan bir çevreyi eski haline getiremezsiniz ki. Kendi kendimizi kandırmaya gerek yok. Bu ülkede çevre, yıllardır kişisel menfaatler doğrultusunda harap ediliyor. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın zihniyeti hakim. Bakın atasözlerinde bile çevreye zarar veriyoruz. Doğaya durup dururken zarar veren tek canlı insanın kendisinden başkası değil. Turizm adı altında yapılan yatırımlar ülkemizin turist potansiyelini artırırken ekolojik alanlar üzerine yapılmaları dolayısıyla geri dönüşü olmayan yaralara sebep olmuştur. Özellikle otellerin yapıldığı bölgelerde, bundan çok değil 10-15 yıl öncesinde görülen kuş türlerini bile göremez olduk aslında, ama farkında bile değiliz. Kimin umurundaki kuşlar. Önemli olan ülkenin ekonomik yönden kalkınması. Elbette ekonomik yönden ülkemin kalkınmasını isteyen bir bireyim ama bu kalkınma doğal ortamları yok etmeden yapmalıydı diye de düşünmeden edemiyorum.
Bugün birçok ülke yeşil ekonomileri konuşmaya başladı. Ekonomik büyümenin sonu yok çünkü. Ekonomik hırslar yüzünden doğal kaynaklar yok olma noktasına gelmedi mi zaten. Tüm dünyada resim aynı sadece aktörleri farklı isimler aslında onlar da aynı değil mi? Kısaca insan değil mi? Çocukluğumda rahmetli dedem, bana savaş öncesinde güneydeki yaşantılarını anlatırdı. Merakla anlattıklarını dinlerdim. İnsanlar o zamanlarda nasıl yaşarlardı diye çok merak ederdim. Tarih beni hep heyecanlandırmıştır zaten. Bir seferinde bana dağdan adaçayı topladıklarını ve evde genellikle dağdan topladıkları bitkilerden çaylar tükettiklerini anlatmıştı. Bitkileri nasıl toplardınız diye sorduğumda bana şu cevabı vermişti. İhtiyacımız kadarını toplardık ve kökünden sökmezdik, makasla dallarını budardık demişti. O günlerde belki bana çok fazla anlam ifade etmemişti anlattıkları. Bu konulara eğilmeye başladıktan sonra anlattıklarını daha iyi anlamaya başladım. Hep söyleriz ya eskiden insanlar doğaya daha saygılıydı daha çok çevresine duyarlıydı diye. Dedemin anlattıkları aslında bunu kanıtlamıyor muydu? İnsanlar doğadan yararlanıyordu ama ihtiyaçları kadar doğadan alıyorlardı. Tamamını yok ederek değil, bir kısmını alıp bitkinin yaşamasına olanak veriyorlardı. Şimdilerde bakıyorum da insanlar bu zihniyetten çok fazla uzaklaşmış durumda. Doğayı tam anlamıyla sömürme zihniyeti hükmediyor.
Ülkenin genel gidişatına baktığımızda her sektörde yapılan faaliyetlerin bunu doğruladığını görebiliyoruz…
Bu zihniyetimizi eski haline dönüştürmemiz gerekiyor! Ne oldu da olumlu olan düşüncelerimiz, bu kadar hızlı bir değişim süreciyle kötüleşti? Öncelikle bu sorunun cevabını aramamız gerekiyor. Para hırsı, ego tatmini mi tüm bunları tetikleyen? İçsel denetim yapmamız gerek. Sadece üç beş kişinin bunları sorgulamasıyla mı değişecek düşüncelerimiz. Hiç sanmıyorum. Aileden başlayarak büyümeli bu değişim ve eğitim yuvalarında devam etmeli. Eğitim yuvalarında devam edebilmesi için eğitimcilerin de bu şekilde düşünmesi ve davranması gerek…
Dünya artık bir yok oluşa gidiyor. Birçok ülkede düzenlenen bilimsel toplantılar, imzalanan anlaşmalar, kamu spotları, bu konuda akademik düzeyde yapılan girişimler ve yapılan birçok şey boşuna yapılmıyor. Dünyayı berbat ettiğimizin resmi değil mi aslında? Küreselleşme aslında çevresel sorunları da küreselleştirerek; dünyanın, tüm insanların ortak bir evi olduğunu gerçeğini bir kez daha gösterdi bizlere. İster Japon, ister Amerikalı isterse de Kıbrıslı olsun her insan aynı evi paylaşıyor. Kısaca dünyayı korumak herkesin görevi olmalı. Bu düşünceyi eğitim yardımıyla anlatmaya çalışan bilim insanları çok büyük bir yük üstlenerek, mücadele ediyor. Bu sorunları çözebilecek en büyük güç elbette eğitimdir. Bu nedenle ülkemizin de maruz kaldığı bu olumsuz çevresel dönüşümü düzeltmek için çevre eğitimine ağırlık vermemiz gerekmektedir. Dünyadaki doğal süreçleri ve bunların ne kadar önemli olduğunu anlamadan, bunları koruyabilmemiz mümkün olmayacaktır. Hep birlikte öğrenelim, bu güzel adayı ve dünyayı gelecek nesillere daha güzel bir şekilde teslim edelim.