Hüseyin Latif’in çeşitli dönemlerde yazıp kütüphanesinin raflarında unuttuğu not defterlerinden derlediği, gerçek yaşamıyla düşsel dünyasını birleştiren ve iç içe geçmiş hikayelerden oluşan bu kitabını okurken kimi zaman eski Galata Köprüsü’nün altındaki Erzurum Çayevi’nde demli çayınızı yudumlayacak, kimi zamansa İstanbul Boğazı’nın derin sularında Bizans kalıntılarını arıyor olacaksınız.
Yazarın Defteri nostaljik, şiirsel ve çoğu zaman da eleştirel üslubun dengelendiği, birbirine bağlanan çeşitli anlatıları içeren bir eser.
Adım Aurora, arkadaşlarım bana Auro da der. Ben Tanrının kızı Auro, çok soğukkanlıyımdır. Her sabah Bizans’ın kapılarını açarak güneşe yol veririm. Bakışlarım sert, yüz hatlarım belirgin ve kusursuzdur. Boyum bosum, endamım ve bakışlarım mermerden oyulmuş bir Afrodit heykelini andırır. Yüzyıllarca Akdeniz’in derinliklerinde kimsenin görmediği bakir bir karanlıkta yosunların, balıkların sürtünmesinden başka kimsenin dokunamadığı ben Auro, Tanrının kızı...
Daha bugüne kadar hiçbir erkeğe ait olmamış ben...
Kendimi beğendiğimi söyleyenler var; problemli olduğumu, soğuk olduğumu iddia edenler...
Yatağıma girip benimle olamadan kalkıp gidenler, hep aynı tipte suçlama yapanlar, onların olabilmem için benim olabilmeleri gerektiğini unutanlar... Ben Bizans’ın güneşine hasret, Boğaz’ı nehir zanneden, o sularda boğulmak isteyen güzeller güzeli Aurora, alnıma yazılanları adeta kendim planladım.