İstanbul, 1950’ler sonu 60’lar başı. Yakışıklı bir delikanlı, güzeller güzeli bir genç kız. Kader onları birbirine bağlamış. Bu şehir ortak aşklarıymış. İkisinin de gözleri, yürekleri başka çarparmış İstanbul deyince.
Genç kız yıllar yıllar sonra şimdi o yokusun başında, Zeyrek’te. Delikanlı ile el ele yürüdükleri o yokuşun... Ailesi ile oturduğu ahşap evi göremedi ama olsun, işte mahallesinde.
Buluşup Florya plajına gittikleri günler... Kubi (Kubilay), ona Kubi diye seslenirdi. Arkadaşları ile sahildeler. Hafta sonu. İkisi de çalıştığı için hafta sonu gezebiliyorlar. Plaja girdiklerinde gözler ona çevriliyor. Uzun sarı saçlarını at kuyruğu yapmış. Kısa kollu çiçekli elbisesi, belinde ince bir kemer... Gözünde kelebek kanatları şeklinde güneş gözlüğü, elinde hasır plaj çantası, bileğinde minik bir saat... Ayağında sandaletler... Gözler ona dönüyor ama o Kubi’den başkasını görmüyor. Ya Kubi? O, dünyada başkasını görmüyor.